Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışma Vakfı İşçileri İlave Tediye Alabilir Mi?

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu içtihadı da bu şekilde:

Belirtmek gerekir ki; Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 09/06/2017 tarih,
2016/3-2017/4 E. K sayılı kararı ile “3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının
özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğu, ayrı işyeri olan bağımsız işveren
oldukları” belirlenmiştir. İçtihadı birleştirme kararları, Yargıtay Kanunu’nun
45. maddesine göre bağlayıcıdır. Somut olayda, sosyal yardımlaşma ve dayanışma
vakıflarının “kamu tüzel kişisi” olduğuna yönelik kanuni bir düzenleme, anayasa
mahkemesi iptali kararı yahut aksi yönde içtihadı birleştirme kararı bulunmadığına
göre, 09/06/2017 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının halen bağlacı olduğu
kabul edilmelidir.

Bu hususlar ilk derece mahkemesince gözden kaçırılmıştır

Taraflar arasındaki uyuşmazlık davacının ‘6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde
Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması ve 6452 Sayılı Kanunla 6212 Sayılı Kanununun
2 inci Maddesinin Kaldırılması Hakkında Kanun’ çerçevesinde ilave tediye alacağına
hak kazanıp kazanmadığı noktasındadır. Davalı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Vakfının, 6772 sayılı Kanun kapsamında bir kamu tüzel kişisi olup olmadığını
belirleyebilmek için öncelikle, Vakfın tabi olduğu Kanun hükümlerine göre yapısını,
kuruluşunu ve işleyişini değerlendirmek gerekmektedir. Mahkemece sosyal yardımlaşma
ve dayanışma vakıflarının temelde “vakıf” olduklarının gözden kaçırıldığı anlaşılmaktadır.
Vakıflar, kural olarak özel hukuk tüzel kişisidir.

T.C.

YARGITAY

DOKUZUNCU HUKUK DAİRESİ

Esas : 2022/16

Karar : 2022/583

Tarih : 19.01.2022

BÖLGE ADLİYE

MAHKEMESİ : … 7. Hukuk Dairesi

DAVA TÜRÜ: ALACAK

İLK DERECE MAHKEMESİ : … 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi
davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı.
Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra
dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, davacının 10.01.2005 tarihinden bu yana ve halen davalıya ait
işyerinde işçi olarak çalıştığını, hak ettiği ilave tediyelerin ödenmediğini
ileri sürerek, ilave tediye alacağının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, davaya cevap vermemiş, yargılama sırasında davanın reddini talep
etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:

İlk Derece Mahkemesince, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak,
davacının davalı vakfa bağlı olarak çalışmakta olduğu, davalı vakfın niteliği
itibariyle kamu kurumu vasfı taşıdığı, davacının talep ettiği döneme ilişkin
ödenmeyen ilave tediye ücret alacağının denetime elverişli ve yeterli gerekçeyi
içerir bilirkişi raporu ile tespit edildiği gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne
karar verilmiştir.

İstinaf Başvurusu:

İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı, davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti:

Bölge Adliye Mahkemesince, kamu kurumu niteliği 3294 sayılı Kanunun 7. maddesine
eklenen fıkra ile de açıklığa kavuşturulan davalı vakfın, 6772 sayılı Kanun
kapsamında ilave tediye ödemekle yükümlü olduğundan Mahkemece ilave tediyenin
tespiti ve hüküm altına alınmasının isabetli olduğu, ancak 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi uyarınca kamu düzeni açısından yapılan
denetimde, harçtan muaf olmayan davalıya harç yükletilmemesi, 7036 Sayılı İş
Mahkemeleri Kanunu ile getirilen dava şartı olan arabuluculuk ücretinin 280,00
TL sarf yapılmış olmasına rağmen 360,00 TL olarak hüküm altına alınması, davada
tek davalı olmasına rağmen infazda tereddüt yaratacak şekilde davalılar ibaresinin
kullanılması, ıslah dilekçesi ile dava ve ıslah tarihlerinden faiz istenilmesine
rağmen Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun HMK’nın 26. maddesi gözetilmeksizin talebi
aşar şekilde tüm alacağa dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi ve kısmen
kabul kararı verilmesine rağmen tam kabul gibi yargılama giderlerinin hüküm
altına alınması isabetsiz olduğundan davalının istinaf başvurusunun esastan
reddi ile, kamu düzeni yönünden yapılan inceleme sonucu Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
355. ve 353/1-b.2. maddeleri gereğince düzelterek yeniden esas hakkında hüküm
kurulmak üzere İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilerek,
davanın kısmen kabulüne dair yeniden hüküm kurulmuştur.

Temyiz Başvurusu:

Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı, davalı vekili temyiz başvurusunda
bulunmuştur.

Gerekçe:

Taraflar arasındaki uyuşmazlık davacının ‘6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde
Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması ve 6452 Sayılı Kanunla 6212 Sayılı Kanununun
2 inci Maddesinin Kaldırılması Hakkında Kanun’ çerçevesinde ilave tediye alacağına
hak kazanıp kazanmadığı noktasındadır.

6772 sayılı Kanun’un 1. maddesinde, ilave tediye alacağı ödemekle yükümlü işverenlerin
kimler olduğu açıkça belirlenmiştir. Kanuna göre, devlete ve ona bağlı olmak
üzere,

Genel, Katma ve Özel bütçeli daireler,

Sermayesi değişen kurumlar,

Sermayesinin yarısından fazlası devlete ait olan şirket ve kurumlar ve bunlara
bağlı kuruluşlar,

Belediyeler ve belediyelere bağlı kuruluşlar,

3460 ve 3659 sayılı kanun kapsamına giren, sermayesinin tamamı devlete ait olan
veya bu sermeye ile kurulan iktisadi devlet kuruluşları,

Yukarıda belirtilenlerden olmayan diğer kurum, banka ve ortaklıklar bu Kanun
kapsamındadır.

Diğer taraftan ‘kamu kurumu’ kavramı genel olarak; genel, katma ve özel bütçeli
idareler ile il özel idaresi ve belediyeyi veya bu kurumlarca sermayesinin yarısından
fazlası karşılanan kurumlara ait olan ve bir kamu hizmeti sunan kurumları ifade
etmektedir.

Davalı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının, 6772 sayılı Kanun kapsamında
bir kamu tüzel kişisi olup olmadığını belirleyebilmek için öncelikle, Vakfın
tabi olduğu Kanun hükümlerine göre yapısını, kuruluşunu ve işleyişini değerlendirmek
gerekmektedir.

05.1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun
(16/6/1989 tarihli ve 3582 sayılı Kanunun 1 maddesi ile değişik) 1. maddesinde
, bu Kanunun amacı ‘fakru zaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan vatandaşlar
ile gerektiğinde her ne suretle olursa olsun Türkiye’ye kabul edilmiş veya gelmiş
olan kişilere yardım etmek, sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir
dağılımının adilane bir şekilde tevzi edilmesini sağlamak, sosyal yardımlaşma
ve dayanışmayı teşvik etmek’ olarak açıklanmıştır.

Kanun’un (5263 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile değişik) 7. maddesinin 1. fıkrasında
ise, Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara
nakdi ve ayni yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve
dayanışma vakıfları kurulması öngörülmüştür (m.7/1). Aynı maddenin 3 üncü fıkrasında,
vakıf senetlerinin mahallin en büyük mülki amiri tarafından Medeni Kanunu hükümlerine
göre tescil ettirileceği ifade edilmiştir.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının gelirleri, “Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan aktarılacak miktardan, işletme ve iştiraklerden
elde edilecek gelirlerden ve diğer gelirlerden” oluşur (m. 8).

Vakıfların oluşumuna bakılacak olursa; Kanunun 7. maddesinde; İlçe Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışma Vakıfları Mütevelli Heyetinde 1 adet belediye başkanı, 1 adet köy
muhtarı, 1 adet mahalle muhtarı, 1 adet sivil toplum kuruluşu yöneticisi, 2
adet hayırsever vatandaşın görev alacağı belirtilmektedir.

Anayasanın 123. maddesinin 3. fıkrasında “Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla
veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” hükmü mevcuttur.
Vakıflara ilişkin özel düzenleme niteliğindeki 5737 sayılı Vakıflar Kanununda
da vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip oldukları ifade edilmiştir (m.
4). Bu düzenlemeler dikkate alındığında, öncelikle genel kuralın “vakıfların
özel hukuk tüzel kişisi” olarak faaliyet göstermesi olduğu açıktır. Vakıfların,
kamu tüzel kişisi olarak kabul edilebilmesi ‘istisnai’ bir hal olup, bu istisnai
durumun genel kuralının aksine, tereddüde yer vermeyecek açıklıkta düzenlenmesi
şarttır. Keza, “kendiliğinden istisna olmaz, istisna konulmalıdır”(K. Gözler,
‘Yorum İlkeleri’, Anayasa Hukukunda Yorum ve Norm Somutlaşması, Tebliğ, 29-30
Eylül 2012, …, Türkiye Barolar Birliği, 43). Bir diğer ifade ile istisnanın
ayrıca ve açıkca olduğu ispat edilemediği takdirde ya da istisnanın olup olmadığı
tereddütlü ise, istisnanın olmadığı kabul edilmelidir (Gözler, 43).

3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununda ise, bu Kanun
gereğince oluşturulan vakıfların “kamu tüzel kişisi” olduklarına dair açık bir
hüküm bulunmamaktadır. Şu halde kanun koyucunun sosyal yardımlaşma ve dayanışma
vakıflarına bilinçli olarak “kamu tüzel kişiliği” vermediği, vakıfların
Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulmasını ve yine özel hukuk tüzel kişisi
olarak özel hukuk hükümlerine göre faaliyet göstermesini istediği açıktır. Aksi
düşünülse dahi, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kısmen kamu kaynağı
kullanmaları, kamu kurumu olarak nitelendirilmeleri için yeterli bir sebep değildir.
Zira; 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma Dayanışma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu’nun
8. maddesinde; Vakfın gelirlerinin, “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı
Teşvik Fonundan aktarılacak miktardan, işletme ve iştiraklerden elde edilecek
gelirlerden ve diğer gelirlerden” oluşacağı hüküm altına alınmıştır. Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olan
sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının gelirlerinin, sadece fondan aktarılan
pay olmadığı, vakfın gelirleri arasında halk tarafından yapılan ve iktisadi
değeri olan bağışların da bulunduğu görülmektedir. Aynı şekilde, mütevelli heyet
tarafından oyçokluğu ile karar alan ve uygulayan sosyal yardımlaşma ve dayanışma
vakıflarının 12 üyesinden 6’sının seçilerek gelen kişiler olması aksi sonuca
varılmasını engelleyen bir diğer sebeptir.

Netice olarak, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları, bir tüzel kişi olmanın
ötesinde bir özel hukuk tüzel kişisidir. Anayasa ile vakıflara ilişkin kanun
hükümleri karşısında bu sonuca ulaşmak kaçınılmaz olduğu gibi; sosyal yardımlaşma
ve dayanışma vakıflarını düzenleyen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik
Kanunu hükümleri de, özellikle vakfın gelirleri, yapısı, karar alma mekanizması
bakımından farklı bir sonuç öngörmemektedir.

Somut olayda, gerek ilk derece mahkemesi gerekse bölge adliye mahkemesince,
3294 sayılı Kanunun amacının getirilmesi noktasında parasal kaynaklarının sağlanması
için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının Başkanlığında Başbakanlık Müsteşarı,
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri, Maliye ve Sağlık Bakanlıklarının
Müsteşarları ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürü ve Vakıflar Genel Müdüründen
oluşan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun kurulduğu; Fonun “Fonda
toplanan kaynakların, Vakıflar ve Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce yürütülecek
sosyal yardım proje ve programları ile yatırım programları çerçevesinde dağıtım
önceliklerini belirlemek ve dağıtımına karar vermek, vakıflarda çalıştırılacak
personelin nitelikleri ile özlük hakları ve diğer hususlarla ilgili belirlenecek
kriterleri görüşmek ve karara bağlamak ile Vakıflardan ve diğer kurum ve kuruluşlardan
gelen sosyal yardım amaçlı talep ve teklifleri değerlendirmek, Sosyal Yardımlar
Genel Müdürlüğüne önerilerde bulunmak olduğu” gibi görevlerinin bulunduğu, Sosyal
Yardımlar Genel Müdürlüğünün 3294 sayılı Kanun hükümlerine göre kurulan vakıfların
harcamalarını, iş ve işlemlerini araştırıp, inceleme, izleme ve denetleme, görülen
aksaklıklarla ilgili gerekli tedbirleri alma, vakıfların çalışma usül ve esasları
ile sosyal yardım programlarının ölçütlerini belirleme işlevini yerine getirdiği,
Genel Müdürlük idari yapılanmasındaki Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığının da
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün ise
Teşkilat ve Görevlerine İlişkin Yönerge çerçevesinde Vakıfların norm kadro usul
ve esaslarını belirlemek ve Fon Kurulu’nun onayına sunmak, Fon Kurulu ilke ve
kararları doğrultusunda Vakıf personelinin işe giriş ve işten çıkış işlemlerini
yürütmek vb gibi işlemleri gerçekleştirdiği, böylece 3294 sayılı Kanun kapsamında
yürütülen sosyal yardım hizmetlerinin asıl olarak Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı tarafından yerine getirildiği, Sosyal Yardımlaşma Vakıfları ayrı tüzel
kişiliklere sahip olsalar da Fon ile beraber Bakanlığın bu görevini yerine getirmek
amacıyla oluşturulan idari organizasyon içinde yer aldıkları, tüm ülke çapında
Bakanlık tarafından yürütülmesi gerekli sosyal yardım kamu hizmetinin, taşrada
sosyal yardımlaşma vakıfları aracılığıyla yürütüldüğü, vakıfların finansının
Bakanlık tarafından gerçekleştirilip, işe alınacakların nitelikleri, görevleri,
işe alma, çıkarma, tayin, ücretin belirlenmesi gibi özlük işleri ile çalışma
koşullarının belirlenmesinde Bakanlığın söz sahibi olduğu işveren yetkilerinin
Bakanlıkta olduğu, diğer taraftan 25/05/2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan
7144 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile maddenin gerekçesi de dikkate alındığında
vakıfların bir kamu işyeri olduğunun açık olduğu ve vakıf işçilerinin ilave
tediye hakkı bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde,
öncelikle mahkemece sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının temelde “vakıf”
olduklarının gözden kaçırıldığı anlaşılmaktadır. Vakıflar, kural olarak özel
hukuk tüzel kişisidir. Bu kuralın istisnası ise, ancak o kuralı koyan makam
tarafından konulabilir. Çünkü, istisna, genel kuralın alanını uygulama alanını
daraltır. Bu sebeple yargı organının, bir kurala istisna getirmesi mümkün değildir(Gözler,
45). Bir kuralın istisnasının ancak o kuralı koyan makam tarafından oluşturulabilmesinin
sonucu ise, yargı organı tarafından varsayımlardan ya da genel kabuller üzerinden
istisna oluşturulamamasıdır. Diğer taraftan 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Kanunda “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları”(m.7)
ile “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu” (m.3) ayrı ayrı hükümlerde
düzenlenmiş olup, mahkemece bu ikisinin birbiri ile karşılaştırılması yahut
birbiri ile aynı kabul edilmesi de yerinde değildir. Şayet kanun koyucu aksini
öngörseydi, vakıflar ile Fon’un farklı şekilde düzenlenmesine gerek duyulmazdı.
Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise, açık bir kanun hükmü olmaksızın,
“tüm ülke çapında Bakanlık tarafından yürütülmesi gerekli sosyal yardım kamu
hizmetinin, taşrada sosyal yardımlaşma vakıfları aracılığıyla yürütüldüğü, vakıfların
finansının Bakanlık tarafından gerçekleştirilip, işe alınacakların özlük işleri
ile çalışma koşullarının belirlenmesinde Bakanlığın söz sahibi olduğu” varsayımı
ile vakıflara kamu tüzel kişiliği verilip verilemeyeceğidir. Zira, Anayasanın
123. maddesi ile Vakıflar Kanununun 4. maddesi son derece açık olup, aslolan
bir vakfın kamu tüzel kişi olması değil, özel hukuk tüzel kişisi olmasıdır.
Bir kural hangi norm ile konulmuş ise, o kuralın istisnası da ancak o kural
ile konulabilir. Yorum yoluyla istisna üretilemez (Gözler, 45, 54). Somut olayda,
vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduklarına dair kanun hükmünün
aksini öngören bir kanun hükmü bulunmadığı halde, mahkeme tarafından yorum yolu
ile “istisna” oluşturulması hukuka aykırıdır.

Bu noktada, 25/05/2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7144 sayılı Kanun’un
7. maddesi ile 3294 sayılı Kanunun 7. maddesinin son fıkrasına eklenen hükümden
de söz etmek gerekmektedir. İlgili hükümde “Vakıflar, 18/10/2012 tarihli
ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34. maddesinin ikinci
fıkrası hükmüne göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar
Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında
işyerleridir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenlemeden de açıkça görüleceği
gibi, yapılan değişiklik ile vakıfların kamu tüzel kişisi olduğu değil, ‘Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak
işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyeri olduğu” esası benimsenmiştir.
İlgili maddenin gerekçesinde, “Madde ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu
İş Sözleşmesi Kanununun 34. maddesinin ikinci fıkrasında bahsi geçen kamu kurum
ve kuruluşlarının aynı işkolundaki birden çok işyerlerinde toplu iş sözleşmesinin
ancak işletme düzeyinde yapılması gerektiği hükmü uyarınca, Vakıfların, mevzuattaki
ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla
ilgili olmak üzere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel
Müdürlüğünce veya yetkili kıldığı işveren sendikasınca imzalanan işletme toplu
iş sözleşmesi kapsamındaki kamu işyerleri olduğu düzenlenmiştir.” denilmiş
ise de, gerekçede vakıfların genel bir kural olarak kamu tüzel kişisi olduğu
değil, “mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş
sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere” kamu işyeri olduğu belirtilmiştir.
Kaldı ki, gerekçede geçen bu ifade kanun metnine bilinçli olarak alınmamıştır.
Söz konusu düzenlemenin amacı, tüm sosyal ve yardımlaşmayı dayanışma vakıflarına
kamu tüzel kişiliği atfetmek değil, Bakanlığın taraf olduğu toplu iş sözleşmelerinin
yapılmasını kolaylaştırmaktadır. Zira, mülga 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi
Grev ve Lokavt Kanununun ‘Toplu iş sözleşmesinin kapsamı ve düzeyi’ başlığını
taşıyan 3. maddesinde “… Ancak, kamu kurum ve kuruluşlarına ait müessese ve
işyerleri ayrı tüzel kişiliğe sahip olsalar dahi, bu kurum ve kuruluşlar için
tek bir işletme toplu iş sözleşmesi yapılır.” hükmü bulunmakta iken (m. 3/1-2),
6356 sayılı Sendika ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda bu hükme yer verilmemiş,
onun yerine “Bir gerçek ve tüzel kişiye veya bir kamu kurum ve kuruluşuna ait
aynı işkolunda birden çok işyerinin bulunduğu işyerlerinde, toplu iş sözleşmesi
ancak işletme düzeyinde yapılabilir.” düzenlemesine yer verilmiştir (6356 sy
K. m.34). Toplu iş sözleşmesinin düzeyine ilişkin tarihsel gelişmeler ve kanun
değişiklikleri dikkate alındığında, 3294 sayılı Kanuna eklenen hükmün vakıfların
özel hukuk tüzel kişisi olduğu gerçeğini değiştirmediği, yapılan değişikliğin
sadece toplu iş sözleşmesinin düzeyi ve bağıtlanması süreci ile ilgili olduğu
kabul edilmelidir. Mahkemece, 7144 sayılı Kanun gerekçesine atıf yapılarak vakıfların
“kamu işyeri” olduğunun açıklığa kavuştuğu belirtilmiş ise de, gerekçede açıkça
vakıfların “mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu
iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere kamu işyeri” olduğu ifade edilmiştir.
Gerekçede çizilen bu sınırlar gözden kaçırılarak, kanunda ‘tüm sosyal yardımlaşma
ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olarak kabul edildiği’ şeklinde,
amacı aşan bir yorumla sonuca gidilmesi yerinde değildir. Yukarıda da ayrıntılı
olarak açıklandığı gibi, aslolan vakıfların özel hukuk tüzel kişi olmalarıdır.
Aksinin kabulü için, “sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel
kişisi olduğunu” açıkça düzenleyen bir kanun hükmü olmalıdır. Bu itibarla, 7144
sayılı Kanun ile 3294 sayılı Kanunun 7. maddesinde yapılan değişikliğin sosyal
yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının hukuki niteliğini değiştiren yeni ve farklı
bir düzenleme olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

Belirtmek gerekir ki; Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 09/06/2017 tarih,
2016/3-2017/4 E. K sayılı kararı ile “3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının
özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğu, ayrı işyeri olan bağımsız işveren
oldukları” belirlenmiştir. İçtihadı birleştirme kararları, Yargıtay Kanunu’nun
45. maddesine göre bağlayıcıdır. Somut olayda, sosyal yardımlaşma ve dayanışma
vakıflarının “kamu tüzel kişisi” olduğuna yönelik kanuni bir düzenleme, anayasa
mahkemesi iptali kararı yahut aksi yönde içtihadı birleştirme kararı bulunmadığına
göre, 09/06/2017 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının halen bağlacı olduğu
kabul edilmelidir.

İzah edilen sebeplerle, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı
birer özel hukuk tüzel kişisi olan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının
6772 sayılı Kanun bakımından kamu tüzel kişi olarak kabulü mümkün değildir.
Davacı tarafın, 6772 sayılı Kanundan kaynaklanan ilave tediye alacağı talebinin
reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

Diğer taraftan bölge adliye mahkemesince, Fon Kurulu kararı gereğince davacıya
yapılması gereken ikramiye ödemelerinin “ilave tediye” niteliğinde olduğu, ancak
dosya kapsamına göre davacıya ikramiye ödemesi yapılmadığının anlaşıldığı, bu
itibarla ilk derece mahkemesi kararının yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.
Gerçekten de 633 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat Ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye dayanılarak yürürlüğe konulan
“Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Personelinin Norm Kadro Standartları,
İş Tanımları, Nitelikleri, Özlük Hakları ve Çalışma Şartlarına İlişkin Esaslar”
ın “İkramiye Ödemesi” başlıklı 11’inci maddesinde, personele her yılın Ocak
ve Temmuz aylarında birer sözleşme ücreti tutarında ikramiye ödeneceği, ödenen
bu ikramiyelerin ilave tediye niteliğinde olduğu ve personele ayrıca ilave tediye
ödemesi yapılamayacağı kuralına yer verilmiştir. Aynı şekilde davacı ile davalı
Vakıf arasındaki belirsiz süreli iş sözleşmesinin 13. maddesinde de, personele
ödenecek aylık ücret, ikramiye ve diğer sosyal yardımların Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışmayı Teşvik Fon Kurulu tarafından belirleneceği, personelin bu belirlemeye
itiraz hakkı bulunmadığı kararlaştırılmıştır. Sözleşmenin ilgili maddesinde
ayrıca 16.02.2012 tarih ve 2012/1 sayılı Fon kurulu kararı uyarınca “personele
her yılın Ocak ve Temmuz aylarında birer sözleşme ücreti tutarında ikramiye
ödenir. Personele bu ikramiye dışında Mütevelli Heyetince teşvik amaçlı olarak
her ne ad altında olursa olsun ayni veya nakdi ödeme yapılamaz” şeklinde düzenleme
yer almaktadır. Bu açıklamalara göre, somut olayda davacının Fon Kurulu kararında
‘ilave tediye’ olarak nitelendirilen ikramiye alacağını talep hakkı bulunmakta
ise de, dava dilekçesinde açıkça bu yönde bir iddia ileri sürülmediği anlaşılmaktadır.
Dosya kapsamına göre, davacı “6772 sayılı Kanundan kaynaklanan ilave tediye
alacağını” talep etmiş olup, davalı Vakfın 6772 sayılı Kanun kapsamında olmaması
sebebiyle, davacının 6772 sayılı Kanundan doğan ilave tediye alacağına hak kazanması
mümkün değildir. Mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne
dair hüküm kurulması, bölge adliye mahkemesince de davalı tarafın istinaf başvurusunun
reddine karar verilmesi hatalı olup, kararın açıklanan sebeplerle bozulması
gerekmiştir.

SONUÇ:

Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı
BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 19/01/2022
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başa dön tuşu
mnl777