Köroğlu’nun Delileri Hakkındadır, Bu Odur – Edebiyat

Hakikat Kaf dağının doruklarında. Ona yaklaşmak demek, çobanın bey kızına talip olması demektir. Her ikisinde de olmazı oldurmak gerekir. Ona ulaşmayı bırakın yaklaşan biri bile, dünyadaki ölçü ve normlar bakımından ya veli ya da deli sayılır. Çünkü sıradan olanı terk edip ötelere yönelmek, metafiziğe meyletmek büyük iştir. Delilik ve velilik, aynı çizginin iki farklı yorumuna dönüşür. “Deliler, aklı terk ederek; veliler, aklı aşarak hakikati bulur.” Her şeyin kesişimi odağı tektir: hakikat.

Normal ile anormali ayıran eksenin tartışması “delilik” denilen şeyin (marazın, gerçekliğin vb.) oluşma şartlarını, kurallarını, dönüşümlerini vb. deliliğe en az yakıştırabileceğimiz derecede akıllı sayılan kimselerin yapmış olmasına şaşırmalı mıyız? Misal Nietzsche, Heidegger, Foucault, Derrida. Normal ile anormali ayıran şeyin özelliği mutlaka önemlidir. Akıl ile akıl dışı arasındaki mesafe ölçülemez bir üst gerçekliktir. Burada oluşan fay kırıkları ve kopmalar da toplumun bakışından ibarettir. Kendilerinden farklı olana deli demek adiyattandır. Oysa “aklı olan delirir.” (Erasmus, Deliliğe Övgü) Bu esasen “öteki” üretmekten öte değildir. Oysa bunun adı dışlamaktır. “Toplumdaki hiçbir fert dışlanmamalıdır”, cümlesi modernist bir algı elbette. Dışlama-ötekileştirme gerçekleşiyorsa buna literatürde yer verme işlemi ve ad koyma telaşına da biz modernite diyeceğiz. Bizde mecnun, meczup, şeyda gibi isimlendirmeler ilgiliyi sosyal çevreye ait kılmak içindir. Bir de öbür taraftan bakmalı elbette. Yine Erasmus “Büyük bir iş başarmak için önce bir parça deliliğe sahip olmak gerekir.” Buyurmuş. Büyük dâhilerin deli olmadığına kim inanır? Bunu açıp uzun uzadıya anlatmayı isterdim ama sadece şu cümleyle yetineceğim: ortalama algı ve gerçekliğin dışına taşacak kadar akıllı olan herkese deli deniyor artık.

Mehmet Aycı en az otuz yıldır takip ettiğim bir şair. Yazdığı her metne şiirin özünden üfleyen bir edip. Şiir dışındaki metinlerinde de şiiriyetini gösteriyor. Bütün eserleri demek mümkün. Müstear isimle yazdığı da dâhil (Mehmet Saim Değirmenci), Hatta “İki Yüz” portre eseri de. Bağlamı oluşturan eser Hece Genç etiketli “Köroğlu’nun Delileri…” Son yıllarda okuduğum en yaratıcı kitap diyebilirim. Kitapla ilgili denemeye geçmeden önceki son cümlem: Masal, halk hikâyesi, dede korkut hikâyeleri, türküler, destanlar gibi edebi türlere ait özelliklerin bu denli ince ve fakat sert geçişkenliği edebiyatta ender görülür, bu eser işte odur. Bu odur. (Yazmaya mezun olduğum kısımlar aşağıdadır.)

Masal Gölgesi, Fantastiğin Eşiği, Halk Hikâyesinin Göbeği, Destanın Ayakları

Gerçeklikten sıyrılmak zordur. Normal olanlar bu zorun içindedir. O halde zoru aşmanın kolay yolunu söyleyelim: masala sığının. Anlam da bir girift heyuladır. Ona ulaşmanın yolu da deliliktir. Kabaca şudur: “Gerçeklik”ten sıyrılmak için masala, “anlam”a varmak için deliliğe ihtiyaç vardır.

Mehmet Aycı’nın Köroğlu’nun Delileri adlı eseriyle karşılaştığımda feleğim şaştı. Neyle karşı karşıya olduğumu kestiremedim. Bir masal mıydı bu? Bir halk hikâyesinin yeni zamanlara uyarlanmış hâli mi? Yoksa fantastik edebiyatın yerli bir cevabı mıydı? Hepsi… “Belki de hiçbiri” cümlesini de kurarım fakat içeriği ispatlanamaz olur. Kesin olan bir şey var: Bu kitap birçok katmanlı bir hakikatin peşinde giden bir anlatı.

Metin, masal tadında bir atmosfer açıyor önce. Belirsizlik ilk şarttır malum: zaman ve mekân (mitik). Olağanüstü güçlere sahip adamlar, olağan üstü yaratıklar, olağan dışı tavırlar… Her biri birer “deli” ama bildiğimiz delilerden değil. Delilik burada yani eserde akıldışılığın değil, hakikatin başka bir yüzünü görebilme cesaretine ad olmuş. Bu deliler görünmez, zamanı eğip büker, gözlerinden kuş uçurur. Tam da o noktada anlıyorsunuz: Bu bir masal değil, masal gibi bir anlatı.

Masallar sade, doğrudan, öğretici olur ya hani; Aycı’nın metni tam tersine, katmanlı, sembollerle dolu, yorumlandıkça derinleşen bir yapı sunuyor. Masal iskeletini ödünç alıyor ama onun üzerine epik bir şiir yazıyor.

Eserde bir “dava” var. Davanın ne’liği de niteliği de bize kalmış. Adalet arayışı olsun. Büyü bozulsun. Köroğlu ve delileri yola düşüyor; bu yol, geçmişten bugüne akan bütün halk anlatılarının yoludur. Onlar yoldaşlıkla yürür, çünkü hakikate yalnız varılmaz. Köroğlu, yalnız bir kahraman değil burada; adaletin, direnişin, insan olmanın ve kalmanın çaresi. Bu anlamda eser, halk hikâyeleriyle de konuşur. Ama bildiğimiz aşk hikâyeleriyle değil, “aşkı da aşan” bir yolculukla… Nigâr Hanım bir motif olarak karşımıza çıkar ama asıl mesele gönül değil, ruhun çağrısıdır. Sonra fark ediyorsunuz: Bu hikâye, belki de fantastik bir Anadolu anlatısıdır. Şu klişeyi de kullanalım tam olsun: Tolkien‘in Orta Dünya‘sı varsa, bizde de berzahlar, geçitler, kıratlar, gölgeler, kuşlar var. Her biri bir simge, her biri iç yolculuğun bir durağı. Her deli, bir melek gibi görünür; ama aynı zamanda bir sınavdır.

Modern fantastik edebiyatın en büyük handikabı, çok uzak toprakları anlatırken kendi toprağından kopması, anlatıcının ayaklarının yerden kesilmesidir. Aycı ise toprağını terk etmeden hayali bir coğrafya kurmayı başarıyor. Kaldı ki tam bir hayal de değil. Çamlıbel de… metinde geçen diğer yer adları da gerçek. Bu coğrafya bizim dilimizle, bizim metaforlarımızla örülü. Batı ile doğu bileşkesi: bir arakesit…

Yazılarımda tip ve karakter meselesine özel önem verdiğim malumdur. Bu eserde mesela tip oluşmamış. Figür ve karakterler var. Karakterlere baktığınızda başta onları birer “tip” sanıyorsunuz: Kara Deli, Cüce Ruşen Ali, İnce Deli, Ak Deli, Boz Deli… Ama sonra bir bir açılıyorlar, derinleşiyorlar. Her biri hem bir sembol hem bir insan. Ancak şu notu illaki ilave edeceğiz. İnce Deli hariç. O bir cin.

Kurulan atmosfer bir yanıyla çocuk masalından fırlamış gibi ve diğer yanıyla hayata direnmeye çalışan bir yetişkin kadar gerçek. Delilikleri, dünyayı anlamak için başka bir yol önerisi sanki. Çünkü akıl, çoğu zaman yetmiyor.

Aycı’nın kurgusu bir halk hikâyesindeki çoğu özelliği barındırıyor. En önemli ikisini söyleyelim: metin hem şiir hem nesirden mürekkep. İkincisi coğrafya Anadolu. Bir şiirin içinde yürür gibi Anadolu’da hissediyorsunuz. Masalın sade dili yerini ritmik, çağrışımlarla yüklü, imgeci bir söyleyişe bırakıyor. Bir cümlede gözlerden kuş uçuyor, diğerinde Kırat’ın yelesinden bir ninni yükseliyor.

Bu şiirsellik anlatının temposunu belirliyor. Olay değil, atmosfer anlatılıyor. Ne olduğu değil, nasıl hissettirdiği önemli oluyor bir noktadan sonra. Bu da metni bir epopeye dönüştürüyor, ama modern zamanlara mahsus bir epope.

Bu kertede bir de eseri Dede Korkut eksenine alalım isterim. Onun otağında anlatılırdı muhakkak. Kopuz eşliğinde. Hatta o çadırdan çıkan bir ses bütün bozkıra ulaşırdı. Oğuz beylerinin yerinde deliler olurdu. Aşk, hikmet ve kahramanlık birer motiften çok öteye geçerdi. Dede Korkut’un alpları vardı, burada mistik kahramanlar var. Zaman değişti, ama anlatı aynı kaynaktan besleniyor.

Sonuç yerine

Köroğlu’nun Delileri, türler arası geçirgenliğin en tabi şekilde kullanıldığı bir eser. İlginçtir faydalanılan türlere sıkışmayan bir eser. Masal değil ama masaldan büyümüş. Halk hikâyesi değil ama halkın ruhunu taşıyor. Fantastik değil ama fantastik dünyalara kapı aralıyor. Hepsi içinde. Ama aslında başka bir şey: Kendi yolunu çizen bir anlatı…

Belki de söylenmesi gereken delice bir cümle var, şu mesela: deli olmayı göze almadan hakikatin peşinden gidilemez.

Aycı, M. (2025). Köroğlu’nun Delileri. Ankara: Hece Genç.


Yazar: Ethem ERDOĞAN
Yayın Tarihi: 22.09.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 20.08.2025 11:03

Başa dön tuşu
Haber Bugün