Cevat Akkanat’ın Şiirleri Üzerine: 3 | Ali Celep

ALİ CELEP

CEVAT AKKANAT’IN ŞİİRLERİ ÜZERİNE

(Bir Eleştirel Dipnot)

3

Cevat Akkanat’ın ilk dönem verimlerinin başlıca teknik vasıflarından biri düz anlatım. Bu anlatının türlü yapılar getirdiği görülüyor. Hani çağrışım yükü alınsa, kimi göndermelik semboller çıkarılsa düz yazıya kolayca dönüşecek bu metinlerin birçoğunu deneysel sözcüğüyle açıklayabiliriz. Kısa, kesik, yarım yan cümlecikler, ses benzeşimleri ve sözcük oyunları, gramerin noktalama işaretleriyle bozumu, aşağı doğru ip gibi dizilmiş cümleler, bilinçaltını kemiren huzursuzluklar, sanrılar, aşklar, düşler, mutsuzluklar, acılar eşliğinde genç şairin yaşayamama örgüsüne ilmek atıyor. Temelde yaşamın sürgit tezat işleyişi içinde bir konum arayışı Akkanat’ın şiirlerinin öne çıkan özelliğidir. O başkasıyla konuşurken de kendini tanıma derdiyle meşgul görünür. Bu yolda hayatı ince ayrıntılarda gözlem zevki, yaşamı genelde geçmişe, özelde kendi geçmişine doğru araştırma çabası, onu daha çok duygusal sonuçlara götürmüş. İşi sürekli şiire ve ozana bağlaması, bitmek bilmez sayıp dökmeler, sonucun hem şiirsel olması isteğiyle ilgili hem yaşama aşkıyla ilgili: ‘yemeklerde sinek avcılığıydı en büyük meziyeti’ ‘güllere, yıldızlara, merhaba size / güller ey yıldızlar görkemi / canlı incileri hayatın / merhaba ağızlar, diller, öpüşler / silik, solgun /…tohumlar, nilüferler, havuzlar/ nehirler ve denizler / merhaba hüzünler, yaslar, gözyaşları / ve dirençler / merhaba hayat’. Şiiri düzyazısal düzende kuşatmanın, eli yüzü düzgün bir ses organizasyonundan geçtiği söylenir. Doğrudur. Ne ki bu organizasyonun salt ses benzeşimleriyle temin edilemeyeceği de vurgulanır. Bu da doğrudur. İsa Türküsü’nde İzmir, Balıkesir, Bursa, Ankara, İstanbul yolculuklarında şairin iç dünya departmanına taşıdığı dış gözlemler, genelde ses, kelim, harf oyunlarıyla ve tekrar sözcüklerle şiire taşınmaya çalışılmış. Bilinçli bir çabanın ürünü gibi görünse de bu yaklaşım sonuç vermiş görünmüyor. ‘acıyı yazan bozan / acının tutanakçısı akçısı / ..ay avcısı! ay avcısı!’ ‘burası mı efendim, bursa! mı?’. Bu yaklaşımdan uzaklaştığı, yolculuğu yaşantının estetik ürününe dönüştürmeye başladığı zamanlarda ise, gereksiz bozuk gramer bir yana bırakılırsa, Akkanat şiiri adına güzel sonuçlar geliyor: ‘zihninde hayali at / şair istanbul’a girdi’ ‘şair yahya ile zihnimde / muhibbi oldum şehrin’

Aynı dönemin ürünü olan ‘Tan Tan Traska!’ da (1986-1987) bu tip sözcük oyunlarının şiir hesabına daha ritmik ve gerçekçi nitelikler kazandığı bir kitap. Bu kazanç şiirin nesnel bağlılaşım ilkesine riayet etmesinden güç alıyor. Bu kez aşağı doğru bir iki sözcükle sarkan ve yan yana üç beş sözcükle ve belli harflerin sık tekrarlanmasıyla sağlanan rezonans daha akıcı bir bütünlüğe ulaşmış görünüyor. Şiir nesnel gerçekliğini bir çocukluk oyunundan almış. Çocukluktaki oyun, yaşam oyununu açıklamanın bir mazereti yapılmış diyeceğim. Olanı açıklamada, olmuş bir paravan olarak kullanılmış. Açıklamanın duygusal bir düzen getirdiği ise açık. Nihayet aşka, umuda, yarına zar atmış bir şiirle muhatabız. Başka bir açıdan ise bir sınanmanın şiiridir. Olup bitenlere itiraz eden, bazen isyan bayrağı çeken şair, temas ettiği her şeyi kendini tanımanın, tanımlamanın nesnesi yapar. Bu tanımlamanın 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yarattığı buhran koşullarında, 23 yaşında yapıldığını anımsatalım. Duygusal ton biçim ve içerikte çocuksu olumsuzlukla yüklü. Memlekette üretilen sahte ve yapay şartlarda çoğunluğun gönüllü gönülsüz oynadığı oyuna bir karşı çıkışı ifade eden bu şiirin ritmik planı fena değil. Fakat konuşma dilinde dolaşıma giren kısa ifadelerin toplamı düz cümlenin parçalanmış şekline çıkıyor. Keşke aşırı yüklemli konuşmasa diyeceğim. Hatta fiiller tümüyle saf dışı bırakılsa bence şiir amacına daha büyük ulaşırdı. Yeniden tanzim edilmiş eksiltili ifadeye güzel bir örnek vereyim: ‘egemenlik marşları kutsal törenler / kutsamalar / ulu devlet / köledir insan / köpek kuduruğu’  Devam edeceğiz.

Başa dön tuşu
aurora